Küçükken evden kaçar dünyanın gizli odalarını arardım,
Kimsenin bilmediği ama benim varlığına tüm kalbimle inandığım uzaylıların, uçan dinozorların olduğu
Oyuncak bebeklerimin kocaman kelebeklerin sırtında uçtuğu o dev odaları..
Ağaçların gövdelerini oyardım evden gizlice çıkardığım el fenerini tutup beklerdim saattlerce sihirli kapılar açılacak diye.
Annemler uyuduğunda parmak uclarımda yürüyerek inerdim örümcek yuvası kömürlüğümüze..
Zincirleri pas tutmuş bisikletimi okşar ve o karanlık kömürlüğün gizemini çözmeye çalışırdım,
Tanrı oraya saklamış olabilirdi odaların girişlerini…
Birgün babam ortadan kayboldu sonra..
Annem birdaha gelmeyecek diyordu, gülümsüyordum hep.. Arkamı dönüp ağlıyor, gözyaşlarımı silip
tekrar anneme gülümsüyor ve sarılıyordum..
Vazgeçmiştim o odalardan.. Kelebeklerdende, dinozorları sevmiyordum artık.
Odamın kapısını kitliyor ve oturup duvar dibine güneşin doğmasını bekliyordum fırtınalı gecelerde..
Yağmur büyük elleriyle penceremi zorladıkça gölgem titriyordu.
Sabah oluyor annem masanın üzerine bir bardak süt bırakıp evden gidiyordu, heryerde arıyordum işaretlediği gazete ilanlarını..
Onlarıda alıyordu yanına ve ben anlam veremiyordum olanlara..
Sanırım alışmalıydım artık yalnızlığa, büyümüş müydüm ?
Sütü bahçedeki kedilerin üzerlerin döküp, çıkıyordum bende evden.
Ellerim cebimde geziniyordum, sevdiğim bir park vardı, kimsesiz..
Kendime benzetiyordum o parkın banklarını, yalnızlardı..
Bazen sol yanım çok ağrır, boğazım nefes alamayacak kadar daralır ve sanki dönme dolaptan inmiş gibi hissederdim kendimi..
Benim annem olduğunu sanan bir kadın yaşamaya başlamıştı bizimle. Artık o dolduruyordu sütümü,
Saçlarımı o tarıyordu, beni yıkamak istediğinde çok utanıp kaçıyordum yine evden..
Annem gelene kadarda dönmüyordum..
Mezarlığın ortasında derince kazılmış bir sığınak vardı oraya girip ağlıyordum çoğu zaman günlerce.
Babamıda çok özlüyordum..
Nezaman orada sabah etsem geceyi hastanede açardım gözlerimi..
Annem elimi tutuyor olurdu ve mezarlık bekçisi her defasında “birdaha orada kalma” diye tembihlerdi sıkı sıkı..
Kafamı çevirip duymamış gibi yapardım.
Bir sabah annem beni karşısına oturtup; “ciddi bir hastalığın var” dedi ve devam etti “bir süre evden çıkmamalısın lütfen”
Anlam verememiştim olanlara hem “ciddi” ne demekti ki ?
Sonra okula başladım artık sığınağıma gitmek için vaktim olmuyordu,
Hayali odalarımın varlığına inanmaktan vazgeçmiştim, aklıma bile gelmiyorlardı..
Arasıra “kimsesiz parka” gidiyordum okul çıkışı banklara uzaktan el sallayıp dönüyordum.
Ve babamı daha çok özlüyordum.
Zaman çabuk geçiyor, ellerim büyüyor, gözlerim büyüyor,
Elbiselerim küçülüyordu..
On yedi yaşındaydım, beni babam gibi sevmesinden deli gibi korktuğum “o adamla tanıştığımda”
Herşey umduğumdan çok daha güzeldi artık..
Kelebeklerden bile daha çok sevmiştim o’nu.
Mezarlıktaki sığınakla eş değerdi sarılışı.
Çok zamanlar kaldı benimle, o’ndan önceki on yedi yılın bıraktığı yaralarımı iyileştirip yenilerini sahiplendirecek kadar çok..
Sonra bir sabah kayboldu ortalıktan..
Babamınkini aratmayacak bir terkedilişti bu.
Kan kustuğum, milyonlarca ilaç yuttuğum, gözyaşlarımla bütün yastıkları yıkadığım,
Körkütük ve kimsesiz gecelerden birinde,
Sol yanım ağrımaya başlamıştı yine.
Annem sığınağım ilan ettiğim o mezarlık çukurunda uyuyordu, o’na gitmek istediğimde yığılıp kaldığım kaldırımların kokusunu unutmam hala..
Gözlerimi açtığımda,
“Çok ciddi bir hastalığınız var” diyordu doktor.
Devam etmesine izin vermeden, doğruldum hafifce,
Evet doktor dedim..
AYRILIK BENİM ÇOCUKLUK HASTALIĞIM !!
Nursen Yıldırım
|