Yeniçeri Ocağnın Kuruluşu (1361)
Yeniçeri Ocağının kurulması 1. Murat dönemine tekabül etmektedir. Bu fikir aslında Murad Gazi’ye ait değildir. Bu ocak bir bakıma birbirini tamamlayan tezahürlerin bir araya gelmesi ile kendiliğinden ortaya çıkmıştır.
Çandarlı Halil, Edirne’nin fethinden sonra kendisini ziyaret eden Karamanlı Rüstem adında bir molla ile görüşmüş, bu görüşmede Molla Rüstem, kendisine “Han'a verilmesi gereken onca malı neden yok yere harcadınız” şeklinde bir tenkitte bulunmuştur. Çandarlı, bu tenkit üzerine bu sözlerin aslını ve menşeini öğrendiğinde konuyu Murad Gazi’ye nakletmiştir.
İslam akidesinde savaşlarda elde edilen ganimetlerin beşte biri hükümdarın hakkıydı. Bu hakka humus adı veriliyordu. Bu akideden haberdar olmayan Murad Gazi, babasından gördüğü üzere ganimetleri ekseriyetle gazilerine pay ediyordu. Molla Rüstem’in ganimetlerin ve savaş esirlerinin beşte birinin Han’a verilmesi gerektiğini ve bunun tanrı buyruğu olduğu ifade etmesi üzerine humus âdeti Osmanlı’da yerleşmeye başladı.
Bu ganimet hakkı yalnızca para, altın ve eşyalardan oluşmuyordu. Aynı şekilde savaş esirleri içinde geçerliydi. Bu minvalde savaşta esir edilen oğlanların (genç erkeklerin) bir kısmı Murad Gazi’ye gönderilmeye başlandı. Fütuhat ve savaşların birbiri ardına yaşanıyor olması, esir sayısının hızla artmasına yol açıyordu. Bu esirler Türkçe bilmiyorlardı ve haliyle Müslüman da değillerdi. Çandarlı, esirlerin devşirilmesi için her birini Türk hanelerine dağıtıyor, böylece hem Türkçe öğreniyorlar ve Müslüman oluyorlar hem de Türk gelenek ve göreneklerini benimsiyorlardı. Bu yöntemle devşirilen esir oğlanlar, yaşları kemale erdiğinde askeri eğitime tabi tutularak Hanın hizmeti için vazifelendirilmeye başlandı.
Osmanlı Ordusu, bozkır kültüründe olduğu gibi göçer tebaadan toplanan gazilerden meydana geliyordu. Sefer sona erdiğinde bu gaziler dağılıyor ve evlerine geri dönüyorlardı. Muhtelif evrelerde bu toplanma-dağılma sürecini yönetilebilir hale getirmek maksadıyla tımar sistemi geliştirilmişti. Bu sisteme göre gaziler belirli bölgelerde ikame ettiriliyor, kendilerine tımar olarak verilen arazileri işleterek geçimlerini sağlıyorlar, gaza edileceği zaman kolayca tekrar toplanabiliyorlardı. Ancak hükümdarın ve devlet erkanının her daim muhafazası gerekiyordu.
Bir mollanın telkini ile esirlerden bir kısmının humus hakkı olarak hükümdara gönderiliyor, bu esirler istifade edilebilir hale gelmesi için Türk tebaaya veriliyor, Türkleşen ve Müslüman olan bu gençlerin ise başıboş kalmaması gerekiyordu. Aynı zamanda da Hükümdarın her daim himayesinde bulunan bir askeri kuvvete ihtiyaç vardı. Bu tevafuk yeniçeri ocağının temellerini oluşturdu.
Önceleri bu devşirilmiş oğlanlardan oluşan askeri birime Ezel Çeri adı verilmişti. Bu ifade bir süre sonra Yeni Çeri olarak değiştirildi. Sayılarının giderek artması zaman içerisinde Osmanlı devletinin en kadim güç unsuru haline gelmelerine yol açtı. Çeriler diğer gaziler gibi bir aile mensubu değildiler. Anne ve Babaları yoktu. Bu da onları hayatlarını gaza yoluna adayan birer asker yapmıştı.
Yeni Çeriler, bulundukları çağın özel kuvvetler birimiydi. Hayatları savaş sanatı üzerine kurulmuş, gaza ve fetih için yaşayan bu askerler, ilerleyen yüzyıllarda Avrupa’nın korkulu rüyası olacaktır.
Filibe ve Gümülcine’nin Fethi (1363)
Murad Gazi, Edirne’nin fethinden sonra çevre cenahların güvenliğinin tahsis edilmesi maksadıyla Lalası Şahin’i Zağra ve Filibe’ye, Gazi Evrenos’u da İpsala’ya sefere gönderdi. Her iki kumandan da fethettikleri bu hisarlara yerleşerek uçbeyi oldular. Aynı yıl Gümülcine de fethedildi (1363). Bu fetihlerin ehemmiyeti bulundukları bölgelerin sahip olduğu stratejik önemdi. Gümülcine – Edirne – Birgos - Bizans güzergâhı Avrupa ile Bizans arasındaki ticaret hattı durumundaydı. Balkanlardan gelen tacirler, Bizans surları ardında yaşayan kalabalık Bizans halkına hububat ve erzak taşıyarak ticaret yapıyordu. Bu ticaret hattının ele geçirilmesi Bizans için büyük bir tehdit olacak ve haliyle siyasi koz olarak kullanılabilecekti. Bunun yanında ticaret hattından elde edilecek gelir devlet için önemli bir gelir yanağı oluşturacaktır.
Bu fetihlerin bir diğer önemi de Osmanlı’nın Batı politikalarını etkilemiş olmasıdır. Gümülcine hattına kadar yayılan Osmanlı Devleti Bulgar ve Sırp krallıkları ile sınır komşusu durumuna geldi. Gerek Bulgarlar gerekse Sırplar Bizans’ın eski düşmanlarıydı. Dolayısıyla hem Bizans Sırp ve Bulgarlara karşı Osmanlı ile iyi geçinmek istiyor hem de Bulgar ve Sırp krallıklar Bizans’a yapılacak bir taarruzu hevesle bekliyorlardı. Bu resme baktığımızda herkesin Osmanlı ile dost olmak istediğini görebiliyoruz.
Sırpsındığı Savaşı (1364)
Osmanlı Devletinin Rumeli hattındaki ilerleyişi ve fethettikleri bölgeyi hızla Türkleştirmeleri Balkan krallıklarını tedirgin etmeye başlamıştı. Önceleri Kadim düşmanları Bizans’a karşı birlik oluşturabilmek gayesiyle Osmanlı Devleti ile iyi ilişkiler içerisine girmeye çalışsalar da Osmanlı’nın böyle bir dostluğa ihtiyacı olmadığını fark edip günün birinde Gazileri hisarlarının önünde göreceklerini anlamışlardı. Bu minvalde tedirgin olan tüm balkan krallıkları ittifak kurarak büyük bir ordu teşkil ettiler ve Edirne’ye doğru yola çıktılar.
Bu ittifak aynı zamanda doğrudan Osmanlı Devletine karşı girişilen ilk Haçlı Seferi olma özelliğini taşır. Zira bu ittifak Papa 5. Urban’ın çabalarıyla bir Hıristiyan ittifakı olarak ortaya çıkmıştır. Bu ittifakta Bulgar ve Sırp Krallıklarının yanında Macar Krallığı ile Eflak ve Boğdan Prenslikleri de yer alıyordu. Kurulan bu kuvvetli ordunun sayısı 30 Bin olarak kroniklere geçmiştir. Ordunun başında ise Macar Kralı Layos bulunuyordu.
Murad Gazi, bu durumu haber aldığında Karabiga’nın fethiyle meşguldü. Karabiga, bir dönem Bizans’a hizmet eden ancak sonradan isyan eden Katalanlı paralı askerler tarafından idare edilmekteydi. Marmara denizinin güvenliği ve Gelibolu hattının emniyeti açısından bu asi deniz haydutlarının bertaraf edilmesi gerekiyordu. Kendisi Karabiga’yla meşgul olduğu için Şahin Paşa'ya düşmanları yavaşlatma vazifesi verdi.
Haçlılar Meriç ırmağına kadar yaklaşmışlardı. Buradan Edirne’ye ulaşmaları sadece 2 günlük sürecekti. Şahin Paşa, bu süreyi uzatmak için Hacı İlbeyi’nin emrine bir kısım gazi verip ilerleyişlerini yavaşlatmayı amaçladı. Hacı İlbeyi yola çıkınca Haçlı ordusunun Meriç yakınlarında konakladığını ve zafere kesin gözüyle bakan haçlı ordusunun bir kısmının sarhoş bir kısmının ise uykuda olduğunu gördü. Kendisine verilen emir Meriç ırmağını geçmelerini yavaşlatmak ve mümkünse engellemekti. Ancak inisiyatif kullandı ve düşmanı gafil avlamak için eline geçen bu fırsatı değerlendirdi.
İlbeyi, gecenin ilerleyen saatlerini bekledi ve gazilerine ikişer meşale taşıtarak olduğundan daha kalabalık görünmelerini sağladı. Bunun yanında Mehter takımını da hazır ederek düşmana ansızın bir şok yaşatabileceğini düşündü. Düşmana hiç beklemediği bir zamanda ve gece karanlığında, üstelik hiç beklemedikleri bir cenahtan; Meriç’i çevreleyen bataklıklardan geçerek saldırdılar. Haçlı Ordusu, önce Mehter marşının gür sesiyle gaflet uykularından uyandılar. Bu ses atları ürkütmeye yetmişti. Ardından meşaleleri gören haçlı askerleri Osmanlı Ordusunun tüm kuvvetiyle üzerlerine geldiğini sanarak büyük bir keşmekeş yaşadılar. Kaçarken birbirini ezen haçlıların birçoğu Meriç nehrinin azgın akıntısına dalarak nehrin karşısına geçmeyi umarak boğuldular. Kaçmayı başaranlar ise Hacı İlbeyi tarafından yakalanarak yok edildi. Macar Kralı Layos ise canını zor kurtardı (1364).
Tarihe Sırpsındığı olarak geçen bu savaşta 5 devletten teşkil edilmiş 30 Bin kişilik muazzam bir ordu, Hacı İlbeyi komutasındaki birkaç bin hafif süvariye karşı utanç verici bir yenilgiye uğradılar. Bu savaş neticesinde Meriç nehri Osmanlı’nın kontrolüne geçti. Macarlar Balkanlardaki tartışmasız üstünlüğünü kaybetti, Bulgarlar ise vergiye bağlanarak itaat altına alındı.
Bu savaşın en vahim neticesi ise baş aktör olan Hacı İlbeyi’nin akıbeti olmuştur. Şahin Paşa, Hacı İlbeyi’nin muazzam başarısı karşısında padişah nezdinde küçük düşmüş oldu. Ve tabii ki başarılı olsa da bu başarısı Şahin Paşa'nın emrini yerine getirmeyip inisiyatif kullanması sayesinde olmuştu. Şahin Paşa, bu ihtiraslar neticesinde Hacı İlbeyi’ni zehirleyerek öldürmüştür (1365). Hacı İlbeyi’nin aile efradı Gazi Evrenos’un tavsiyesiyle Kırımşa’ya göç ettirilmiştir. Bu aile 1924 yılındaki Türk-Yunan Mübadelesi ile Anadolu’ya gelmişlerdir.
(Sırpsındığı Savaşı, tarih kaynaklarında farklı şekilde neşredilmiş, farklı tarihlerle literatüre girmiştir. Bu kaynak çeşitliliği sebebiyle önceleri iki ayrı savaş yaşandığı düşünülmüş (Sırpsındığı ve Çirmen) ardından savaşın seyrinin aynı olması hasebiyle bu görüşten vazgeçilmiştir. Batılı tarih kayıtlarında bu savaşın 1371 yılında yapıldığı ifade edilmekte ancak bu kayıtlar da tutarlılık arz etmemektedir. Zira Papa 5. Urban 1370 yılında vefat etmiştir.)

alone.. ☕
|