Cenab-ı Allah'a dua etmenin üslubu nasıl olmalı?
 
 
Dua, Rabb’imize karşı yapılan çok sırlı, gizli ve kudsî bir ubudiyettir.  Evet, o, en hâlis bir kulluk tavrıdır. Dua, insanın ihlâs ve  samimiyetle Rabb’isine yönelip O’ndan bir şeyler dilemesi hâlidir.
 Kur’ân-ı Kerim, “Kullarım Beni senden  soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına  icabet ederim.” (Bakara, 2/186), “Bana dua edin ki size icabet edeyim.”  (Mü’min, 40/60), “Duanız olmazsa Allah indinde ne ifade edersiniz ki!”  (Furkan, 25/77) … gibi âyet-i kerimelerle duanın ehemmiyetini dile  getirmektedir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) de ümmetine  dua etmeleri mevzuunda sık sık tavsiyelerde bulunur ve kendisi de hayatı  boyunca yaptığı mübarek dualarla, ondan hiç dûr olmaz.
 Bu kadar  tahşidatla anlatılan dua, mü’minin hayatında çok önemli bir yere  sahiptir. Dua ile Rabb’ine ellerini kaldıran bir kul, âdeta O’na şöyle  demektedir: Esbap bütün bütün sukût edebilir. Tabiattaki hâdiselerin  hiçbir tesiri olmayabilir.. ve kimse bana el uzatıp, dertlerime derman  olmayabilir. Ben her zaman sesimi duyan, soluklarımı işiten ve bana şah  damarından daha yakın olduğunu ihtarla bana yakınlığını hatırlatan,  sonra da duama icabet edeceğini vaad eden ve vaad ettiği şeyleri yapmaya  gücü yeten, söz verip de ne yapayım gücüm yetmedi demeyen, O Yüceler  Yücesi Zât’a ellerimi kaldırdım ve O’na dua ediyorum.”
 Kul,  duasıyla, görmese bile, âsârıyla gördüğü Allah’a O’na hitap edecek kadar  bir kurbet hissiyle yönelir. Biz, güneşe uzak olduğumuz gibi O’ndan da  uzak olabiliriz. Ancak O, tıpkı güneş gibi rahmetinin şualarıyla her  zaman başımızı okşamakta, her hâlimize nigehbân bulunmakta ve Kendisine  açılan elleri boş çevirmemektedir. Evet O, kuluna kendi anne ve  babasından daha şefkatlidir. Allah Resûlü, bu hakikati etrafındaki  sahabilerine şöyle bir tabloyu göstererek anlatmaktadır:
 Bir  savaş sonrası esirler arasında çocuğunu arayan bir kadın, çocuğunu  bulmak için sağa sola koşuşturup durmaktadır; koşturup durmakta ve kendi  çocuğu diye bazı çocukları alıp bağrına basmaktadır. Kendi çocuğu  olmadığını görünce onu da bırakıp aramasını sürdürmektedir. Arayan bulur  fehvâsınca nihayet o da çocuğunu bulur, onu bağrına basar ve koklamaya  durur. İşte o esnada Allah Resûlü, sahabilerine bu tabloyu gösterir ve  “Şu anneyi görüyor musunuz? O, bağrına bastığı bu çocuğunu hiç  Cehennem’e atar mı?” der. Ashab cevaben, “Atmaz yâ Resûlallah.” derler.  Bunun üzerine Allah Resûlü de, “Allah kullarına karşı o anneden daha  merhametlidir.” buyurur.
  Dua Nasıl Yapılır?
 “Rabb’imize  nasıl dua edilir?” meselesine gelince, özetle şunları söyleyebiliriz:  Dua ederken, evvelâ Cenâb-ı Hakk’ın kabul edeceğine gönülden inanarak ve  ciddî bir itminan içinde dua edilmelidir. “Olsa da olur, olmasa da  olur” veya “Falan şeyi bana verir misin yâ Rabbi?” şeklinde dua  edilmemelidir. Çünkü Allah’ın hazinesi çok geniştir ve O’nun her şeye  gücü yeter. İsterse bir an ve bir lahzada gedayı sultan eder. Onun için  dua ederken himmetler âlî tutulmalı ve O’ndan yüce şeyler talep  edilmelidir. Meselâ, Allah’tan Cennet yerine Firdevs istenmelidir. İşte  bu şekilde dua etmeyi bize Allah Resûlü öğretmektedir.
 Sâniyen,  biz, istediğimiz şeyleri yerine getirir diye Allah’ın kudret ve  kuvvetini kabul ediyoruz. Yine biz, “Cennet gibi bir âlemi hazırlamasına  O’nun gücü yeter.” diyor ve O’ndan Cennet’i istiyoruz. Bu, sadece dua  etmek ve birine hâlimizi arz etmek değildir, bu, derin bir arzuhâl ve bu  arzuhâl içinde Cenâb-ı Hakk’ın bütün evsâf-ı kemaliyesi ve esmâ-i  hüsnâsıyla ifade edilmesi demektir. İşte böyle bir dua, hâlis bir  ubûdiyettir ve kat’iyen reddedilmez.
 Ayrıca dua ederken insan  gevşek durmamalı, özenerek dua etmelidir. Hani camilerin önünde  dilencilik yapan insanlar vardır; onlar, bazen öyle içli laflar ederler,  öyle gönülden isterler ki, insan mutlaka onlara bir şey verme  zaruretini hisseder. İşte bizler de kul olarak Rabb’imize öyle  yalvarmalıyız ki, bu yalvarışlar Rabb’in rahmetini ihtizaza getirsin.  Bazı insanlar, yapmış oldukları bu içli yalvarışlarla kurtulmuşlardır.  Meselâ, birisi aşkla coşunca, “Yâ Rabbi! Kendimi biliyorum. Ben bu  amelimle Cennet’e zor girerim ama Sen lütfedersen olur. Beni Cehennem’e  de koysan, Sana öyle tutkunum ki, ben oradakilere de hep Seni  anlatırım!” Bir başka Hak âşığı ise şöyle der: “Yâ Rabbi! Ben Sana  baktım, bir de kendime baktım. Bana günahlar yakışmıyor ama Sana af öyle  yakışıyor ki!”
 Evet, bu tür yürekten ifadeler rahmeti ihtizaza  getirir ve Cenâb-ı Hak da Kendine yakışanı yaparak, bu duaları onların  affına vesile kılar.
 Duada böyle hâlis bir ubûdiyet ruhundan  ötürüdür ki, insanlar, hiçbir zaman duadan dûr olmamalıdırlar. Allah  mutlaka insanların sesini duyar ama onlar, bazen yanlış şeyler isterler,  Allah da o istedikleri şeyi vermeyip haklarında daha hayırlı olanı  lütfeder. Bediüzzaman’ın ifadesiyle kul, bir erkek evlâdı ister, Allah  ona Hz. Meryem gibi onun için daha hayırlı olacak bir kız evlâdı verir.
 
ÖZETLE:
 1- İnsan, yaptığı duada, âsârıyla gördüğü Cenab-ı Hakk’a hitap edecek kadar bir kurbet hissiyle O’na yönelir.
 
2- Dua ederken, Cenâb-ı Hakk’ın kabul edeceğine gönülden inanarak ve ciddî bir itminan içinde dua edilmelidir.
 
3- Bizler kul olarak Rabbimiz’e öyle yalvararak duada bulunmalıyız ki, bu yalvarışlar Rabbin rahmetini ihtizaza getirsin.