21.Aralık.2018
|
#1
|
Banned
Üye No: 20
Üyelik tarihi: 06.Aralık.2018
Şehir: Avrupa
Beğendikleri: 540
Alınan Beğeni: 282
HF Ticaret Sayısı: ( 0)
HF Ticaret Yüzdesi: ( %)
Ruh Hali
Kan Grubum: AB RH +
|
Sanat ve yapabilmek
Ne yazık ki, bugünlerde sık sık unutulan bir şey, sanatın bir"yapabilmek"ten çıktığı olgusudur. Günümüzde soyut sanat, artık hiçbir şcy yapamayanların ardına gizlendiği bir çirkinlik olarak yanlış anlaşılabilir. Buna karşılık şunu bclirtmek gerekir: Sanat yapabilmektir. Doğal yapabilme (yetenek) diye bir şey vardır. Bazı çocuklar önceden hiç bir eğitimden geçmeden dans edebilir veya şarkı söyleyebilirler. Onlara, hareket formlarını ve ritmleri doğal olarak kapma gibi bir yetenek bahşedilmişür. Bu yetenek büyük sanatçılarda doğuştan vardır vc asla sonradan edinilmiş değildir.
Doğa da yapabilir, hatta o kendi yapabilme gücüne sınırsız olarak sahiptir. Doğadaki formların erişilmez zenginliğini veya Mozart gibi bir hârika çocuğun sahip olduğu güçleri gözümüzde canlandırmak bizim kavrayış gücümüzü aşar. Tabii bunun yanısıra insanları hayvanlar âleminde efendi kılan bir öğretilmiş yapabilme de vardır. Süreç içinde insan, ellerini serbest hale getirmiş, böylece durmadan artan bir hızla ve beceriyle çeşitli araçlar yapıp kullanmıştır. Ele hu kadar övgü düzülmüş olmasının nedeni bu olmalı. Ama elin serbestleşmesi sadece araç yapımına yol açmamış, özel sanatlara da olanak doğmuştur. (Çin'de resim sanatının da kaynağını oluşturmuş olan) yazı, plastik sanatlar, mimarlık ve müzik, elin serbestleşmesinin olanaklı kıldığı şeylerdir.
Sanat ve (zanaatı da içermek üzere) el işi, hem farklı, hem de bir birlerine bağlıdırlar. Andre Malraux, sanatçı formlar üretir, el işçisi (zanaatkâr) ise mevcut formları yeniden üretir, demişti. Tersine, sanatçı formları yeniden üretemediği gibi, el işçisi de yeni formlar yaratamaz. Gerçek bir sanatçı el işçiliğini esaslı olarak kavramak zorundadır. O, el işçiliğini bir yardımcıya veya makineye de bırakamaz. Bu yüzden, kuramsal olarak sanat ile zanaat arasında kesin bir ayırım yapılırsa da, bu ayrım asla kesin değildir ve bu ikisi daima birbirlerine geçmiş haldedirler.
Sanatçı, herşeyden önce tam bir zanaatkâr veya teknisyen olmayı başarmak zorundadır. Bu bağlamda sanat-teknik ilişkisi özel bir problem olarak ortaya çıkar. Hep belirttiğimiz gibi, bir sanatçı, işleyeceği malzemeye, uygun bir teknikle egemen olmak zorundadır; hem genel hem de özel bir tarz olarak. Örneğin bazı ustalar ve bazı sanat okulları tekniklerinin gizini açmamışlardır (piramitleri yapanlar, Ortaçağın vitray ressamları, Van Eyck Kardeşler, Segentini). Sanatçı da bir teknisyendir. Ama sanatçı her zaman, tekniğinin kölesi değil efendisi olmak durumundadır. Sanatçıda teknik yan ağır basarsa, teknik yabancılaşma dediğimiz şey ortaya çıkar, onun yapıtı basmakalıp (stereotip) hale gelir ve teknik onun için bir engel olmaya başlar; yapıtı gitgide yaşamını yitirir, boşalır. Kısacası teknik, sanatçı için sadece belirli bir araç olarak hizmet görmelidir.
Alıntı.
|
|
Alıntı
|